4 Ağustos 2013 Pazar

Küçük Köpekler Oynaşıyor ...


küçük köpekler oynaşıyor
güneş yeni uyanmış
martılar denizin üstünde kanat çırparken, içimden bir şeyler alıp götürüyorlar sanki bir uçtan uca.
güneş yeni uyanmış.
saat çok erken.
şu an kaç çift orgazm olurken,
kaç kişi bileklerini kesiyor,
güneş yeni uyanmış,
sigarasının son fırtını çekerken gözünden bir damla yaş düşüyor çehresine
yine aynı sabah.
elimde bir şişe şarap selamlıyorum güneşi
ve hesap soruyorum ondan neden uyandın.
köpekler oynaşıyor  aleni, korkmadan. insanlar insanı telaşlar peşinde koştururken, bilmiyorlar kaçırdıkları onca suretin derinliğini,
daha önce hiç böyle hissetmemiştim.  konu seks bile değildi. seks önemli değildi ki.
 rüzgar eserken, sevdiğinin nefesini omuzunda hissetmek ve tok olduğunu bilmek
.  küçük köpekler oynaşıyor ,
güneş yeni uyanmış ,mutlu değilim dedi kadın, kadehin ağzında parmağıyla daireler çizerken.
sonunda kafasını kaldırıp ona bakmaya tenezzül etti adam ve göz bebekleri bir anlığına büyüdü, bunu duymayı beklemiyordu belli ki. yüz ifadesi olağan ketumluğuna dönerken bıkkınlıkla mırıldandı "yine ne istiyorsun? drama yaratasın mı geldi?" "hah, her zamanki" diye düşündü kadın fakat aklından geçenin bir işe yaramayacağını da biliyordu, bu sahneyi en az on kez yaşamışlardı
"mutluluğumu sana bağlamayı bırakalı uzun zaman oldu, ya da sen umursamayı bırakalı. emin değilim." cevap olarak sadece bir iç çekiş alabildi.
başıyla işaret ederek adamdan bir kadeh daha doldurmasını istedi, sonra sigara paketine uzandı.
otomatikman çakmağa hamle etti adam.
bu, kadını gülümsetti.
son zamanlarda paylaştıkları tek şey, bu sözsüz iletişimdi belki de.
LUX ET VOLUPTAS



14 Mart 2013 Perşembe

Modernite Ve İlkel Yaşam 


Theodore John Kaczynski, ya da popüler adıyla Unabomber. Chicago doğumlu dahi matematikci. 16 Yaşında Harvard’da lisans okumaya başladı, doktorasını Michigan Üniversitesinde Matematik alanında tamamladı ve 25 yaşında Berkeley’de assistan profosör oldu. Ama iki yıl sonra istifa edip Montana’da herkesden ve herşeyden uzakta, kendi yaptığı klübesinde elektrik veya su tesisatı dahi olmadan 25 yıl tek başına topladıkları ve yetiştirdikleri ile yaşadı. Belki dünyanın ondan hiç haberi olmadan da ölüp gidebilirdi, modern yaşam eleştirisini, teknoloji karşıtlığını ve ilkel yaşamı savunusunu bütün dünyaya duyurmaya karar vermeseydi, ve bunu yapmak için 1978 yılından yakalandığı 1995 yılına kadar 16 el yapımı bombayı üniversiteler, hava yolları, teknoloji enstitüleri gibi yerlere gönderip 4 kişi öldürüp 23 kişi yaralamasaydı. Bombalamalarının fazla extrem olduğunu kendisi de kabul ediyor, ama amacına da ulaştı: Bombalamalarını durdurmak için bir şart koştu, yazdığıEndüstriyel Toplum ve Geleceği adlı manifestosunu New York Times ve Washington Post gazetelerinde yayınlanması. Ve Unabomber’in 35.000 kelimelik manifestosu 19 Eylül 1995 yılında bu gazetelerde yayınlandı. Mesajını binlerce kişiye ulaştırdı ama mesajını okuyanlardan birisi de erkek kardeşiydi, fikirlerin abisinin fikirlerine olan benzerliğinden şüphelenip polise haber vermesiyle, 17 yıldır elleri boş takipte olan polisler sonunda Unabomber’ı Montana’daki klübesinde ele geçirirler.

Prensese Mektuplar olarak şiddetin hiç bir zaman sonuç getirmeyeceğine, sadece daha fazla şiddete neden olacağına inansak da, Ted Kaczynski’in modern toplum eleştirisi ve teknoloji karşıtlığı yine de oldukca dikkate deger. Bu sebeple Dünya özgürlük mahkumları ağı ve Veganarşi fanzin adıyla Ted ile 2003 yılında yapılan, teknoloji karşıtlığının sebeplerinin yanısıra anarşistler, yeşil anarşistler, anarko-ilkelçiler, vejetaryenlik/veganlık ve hayvan hakları mücadelesi gibi konulara da getirdiği oldukça ilginç eleştirilerle üzerine düşünülesi kafa yorulası bir mektup-ropörtajını yayınlayalım dedik :
04.10.2003
sevgili vegan,
12 ağustos tarihli mektubuna çok geç cevap verdiğim için üzgünüm.  fakat genelde mektuplara cevap vermekle baya bi meşgulüm ve senin mektubun aceleyle cevap verilemeyecek bir mektuptu, çünkü bazı soruların uzun, karmaşık ve dikkatlice üzerinde düşünülmesi gereken cevapları gerekiyordu.
bu aynı nedenden dolayı, bütün sorularına cevap vermek bana aşırı derecede zamana mal olurdu. yani sorularının bazılarına -en önemli görünen ve kolaylıkla ve kısaca cevaplanabilen- cevap vereceğim.
soru 2- nerede ve ne zaman doğdun?
cevap 2- şikago-illinois (amerika’da) 22 mayıs 1942′de doğdum.
soru 3- hangi okullardan mezun oldun?
cevap 3- illinois’teki evergreen park’ta ilk okulu ve liseyi bitirdim. harvard üniversitesinden bir diploma ve michigan üniversitesinden matematik bölümünde doktorluk ve mastır diploması aldım.
soru 4- ne işi yapıyordun?
cevap 4- michigan üniversitesinden doktorluk diplomasını aldıktan sonra, kaliforniya üniversitesinde 2 yıllığına bir matematik profesör asistanı oldum.
soru 5- evli miydin, çocuğun falan var mıydı?
cevap 5- hiç evlenmedim ve çocuğum yok.
soru 6,7,8,9- sanırım matematikçiydin ve daha önce şimdiki gibi düşüncelerin yoktu. düşüncelerinde değişikliğe yol açan ne oldu? sorunun kaynağının uygarlık olduğunu ne zaman düşünmeye başladın?
uygarlığı neden reddettiğini anlatır mısın bize? ormanda yaşamaya ve eyleme geçmeye ne zaman/nasıl karar verdin?
cevap 6,7,8,9- bu sorulara tam ve bütün olarak vereceğim cevaplar aşırı derecede uzun ve karmaşık olurdu, ama şunları söyleyeceğim:
modernliği ve uygarlığı reddetme sürecim 11 yaşımdayken başladı. 11 yaşımdayken içinde neandertal insanın kalıntılarından yaşamının spekülatif bir anlamaya çalışılması bulunan bir kitabı okuduktan sonra ilkel yaşam biçimine karşı ilgi duymaya başladım. sonraki yıllarda, 16 yaşında harvard üniversitesine girdiğimde, uygarlıktan kaçmayı ve bazı vahşi yerlere gitmeyi hayal ederdim. aynı dönem esnasında, endüstriyel toplumdaki insanların içinde yaşadıkları koşulları kontrol eden, büyük organizasyonların insafına kaldığı ve
özgürlükten yoksun oldukları, bir makine çarkının sadece bir dişlisi konumuna getirildiklerini gittikçe artarak farkına vardıkça modern yaşamdan hoşnutsuzluğum büyüdü.
harvard üniversitesine girdikten sonra, bana ilkel insanlar hakkında daha çok bilgi vermiş olan ve onların kırlarda yaşamalarını sağlayan bazı bilgileri elde etmeye bir istek veren bazı antropoloji kursları aldım. örneğin, ilkel insanların yenebilir bitkiler hakkındaki bilgilerine sahip olmayı dilerdim. fakat yenebilir yabanıl bitkiler hakkında kitaplar olduğunu keşfettiğimde iki üç yıl sonrasına kadar bu bilgileri nereden elde edeceğim hakkında bir fikrim yoktu. aldığım ilk kitap euell gibbons’un the wild asparagus (yaban kuşkonmazı) oldu
ve sonra kolejdeyken okuldan mezun olduğumda yazları her hafta birkaç kere şikago yakınlarındaki cook county orman korularına yenebilir bitkilere bakmaya giderdim. önceleri bütün yollardan ve patikalardan
uzak ormanın içine yalnız başıma gitmek korkutucu geliyordu. fakat ormanı ve içinde yaşayan hayvanları ve bitkileri tanımaya başladığım gibi, yabancılık duygusu yok oldu ve ağaçlık arazide çok çok fazla rahatladım. ayrıca bütün yaşamımı uygarlık içinde harcamak istemediğimden ve vahşi doğada yaşamak istediğimden kesin olarak emin oldum.
bu arada, matematikte durumum iyiydi. matematik problemlerini çözmek eğlenceliydi, ama derin bir anlamda matematik sıkıcı ve boştu çünkü bana göre onun amacı yoktu. şayet uygulamalı matematik üzerine
çalışsaydım, nefret ettiğim teknolojik toplumun gelişimine katkıda bulunurdum, böylece sadece saf matematiğe çalıştım. fakat saf matematik sadece bir oyundu. matematikçilerin neden önemsiz bir oyunda bütün yaşamlarını boşa harcamaktan mutlu olduklarını anlamadım ve hala da anlamıyorum. ben şahsen tamamen böyle bir yaşamdan memnun değildim.
ne istediğimi biliyordum: vahşi doğaya gitmek ve orada yaşamak. ama bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum. o günlerde hiçbir ilkelci hareket, hiçbir survivalist yoktu ve matematikte geleceği parlak bir kariyeri bırakıp orman veya dağlarda yaşamaya giden her hangi birine ahmak veya deli gözüyle bakılırdı. böyle bir şeyi neden istediğimi anlayabilecek hiçbir kişiyi tanımıyordum. bu yüzden, kalbimin derinliklerinde, uygarlıktan asla kaçamayacağım konusunda kendimi suçlu hissediyordum.
çünkü modern yaşamı tamamen kabul edilemez buluyordum, ve 24 yaşımda bir çeşit bunalıma girene kadar gittikçe artarak umutsuz hissediyordum: öyle berbat hissediyordum ki yaşayıp yaşamadığımı umursamıyordum. fakat bu noktaya ulaştığımda, ani bir değişim gerçekleşti: yaşayıp yaşamadığımı umursamıyorsam öyleyse yapabildiğim her hangi bir şeyin sonuçlarından korkmamam gerektiğinin farkına
vardım. o yüzden ne istersem yapabilirdim. özgürdüm! bu benim yaşamımdaki en büyük dönüm noktamdı çünkü bu şimdiye dek elde ettiğim cesaretin ta kendisiydi. bu nokta kırlara sonuçlarının neler olabileceğine takmadan yakında gideceğim konusunda netleştiğim zamandı. biraz para kazanmak için kaliforniya üniversitesi’nde 2 yılımı öğretmenlik yaparak harcadım, sonra pozisyonumdan istifa ettim ve ormanda yaşayacak bir yer aramaya gittim.
soru 9- ormanda yaşamaya ve eyleme geçmeye ne zaman/nasıl karar verdin?
cevap 9- bu sorunun son kısmına tam bir cevap vermek çok zaman alacağından, 14 ağustos 1983′te yazdığım günlükten bir alıntı yaparak kısmi bir cevap vereceğim:
6 ağustos’ta doğuya uzun ve çetin bir yürüyüşe başladım. köşegen kanyon adı verdiğim bir kanyondaki gizli kampıma gittim. bir sonraki gün boyunca orada kaldım. orada ormanın huzurunu hissettim. fakat orada birkaç kara üzüm vardı ve bununla birlikte geyikler vardı, çok küçük bir oyun vardı. bundan başka, alabalık deresinin çeşitli kollarının çıktığı çok güzel ve izole bir plato göreli uzun zaman oldu. bu yüzden 7 ağustos’ta o bölgeye yola çıkmaya karar verdim. krater dağının civarındaki yollardan biraz geçtikten sonra, zincir
testerelerini duymaya başladım; sesin rooster bill deresinden geldiği anlaşılıyordu. ağaçların kesildiğini zannettim; durumdan hiç hoşlanmadım fakat platoya vardığımda böyle şeylerden kaçınabileceğimi düşündüm. oraya yolculuğumda yamaçlardan geçerken, aşağıda önceden orada olmayan yeni bir yol gördüm ve stemple deresinden karşıdan karşıya geçmek için yapıldı gözükmekteydi. bu beni birazcık rahatsız etti. yine de, platoya devam ettim. orada bulduğum şey kalbimi kırdı. plato geniş, çok iyi yapılmış yeni yollarla çaprazlama çizilmişti. plato ebediyen mahvedilmişti. onu kurtarabilecek tek şey şimdi teknolojik toplumun yıkılması olacaktı. buna tahammül edemezdim. bu plato bölgedeki en güzel ve en izole yerdi ve burada çok iyi anılarım vardı.
yollardan biri, birkaç yıl önce uzun bir süre kamp yaptığım ve bir çok mutlu zaman geçirdiğim güzel bir yerin 60 metre içinden geçiyordu. acı ve öfke dolu bir biçimde geri döndüm ve güney humbug deresinin yakınlarında kamp yaptım…
sonraki gün kulübemi yapmaya başladım. rotam beni geçmişe güzel bir yere götürdü, benim en gözde tuttuğum kaynatmayı gerektirmeden güvenle su içilebilecek bir saf su pınarı olan bir yer. durdum ve pınarın ruhuna bir çeşit dua okudum. bu dua ormana yapılanlar için intikam alma yeminini içeriyordu. günlüğüm şöyle devam ediyor:
…ve sonra olabildiğince hızlı bir şekilde eve geri döndüm- bir şeyler yapmam gerekiyordu!
neden gitmem gerektiğinin ne olduğunu tahmin edebilirsiniz.
soru 10,17- teknolojik bölgelere karşı eylem yapma fikrine ne neden oldu? uygarlığın yıkılması için sence ne yapılması gerekiyor?
cevap 10,17- bu sorulara tam bir cevap vermek çok uzun zaman alırdı. ama şunları söylemek yerinde olur:
uygarlık problemi teknoloji problemiyle özdeştir. teknolojiden bahsettiğimde sadece araçlar ve makineler gibi fiziksel aygıtlardan söz etmiş olmadığımı öncelikle açıklamama izin verin. kimya, sivil mühendislik veya biyo-teknoloji teknikleri gibi teknikleri de dahil ediyorum. ayrıca iş yönetimi benzeri organizasyonel teknikler kadar eğitimsel psikoloji veya propaganda gibi insan tekniklerini de dahil ediyorum. elbette ki, bu teknikler, bütün teknolojik sistemin bağlı olduğu fiziksel aygıtlar – araçlar, makineler ve yapılar – olmadan ileri düzeyde var olamazlar.
bununla birlikte, kelimenin en geniş manasıyla sadece modern teknolojiyi değil toplumun en eski evrelerinde var olmuş olan teknikleri ve fiziksel aygıtları da kapsamaktadır. örneğin, sabanlar, hayvanlar için koşun takımları, demircilik araçları, bitki ve havyaların evcilleştirilip yetiştirilmesi ve tarım teknikleri, hayvan
çiftçiliği ve metal işçiliği gibi. eski uygarlıklar, insanın üzerinde ve organizasyonel tekniklerin büyük sayılarda insanı yönetmek için kullanıldığı gibi bu teknolojilere bağlıydılar. uygarlıklar üzerinde temellendikleri teknoloji olmadan var olamazlar. aksine, teknoloji nerede varsa, uygarlık da muhtemelen yakında veya daha sonra gelişmektedir.
bu yüzden, uygarlık sorunu teknoloji sorunuyla eşit sayılabilir. teknolojiyi daha geriye itebilirsek, uygarlığı da daha geriye itebiliriz. eğer teknolojiyi taş devrine tamamen döndürebilirsek, ortada uygarlık kalmayacaktır.
soru 11- şiddetin zorbalık olduğunu düşünmüyor musun?
cevap 11- iddia edilen eylemlerime gönderme yaparak, “şiddetin zorbalık olduğunu düşünmüyor musun? diye sormuşsun. elbette ki şiddet zorbalıktır. ve ayrıca şiddet doğanın kaçınılmaz bir parçasıdır da. eğer yırtıcı hayvanlar av türlerinin üyelerini öldürmezlerse, av türleri yenebilen her şeyi tüketerek kendi çevrelerini talan edecekleri kadar çoğalırlar. çoğu türde hayvan kendi türünün üyelerine karşı bile şiddet kullanır. örneğin, şu çok iyi biliniyor ki, vahşi şempanzeler çoğu kez diğer şempanzeleri öldürür (time dergisinin 19 ağustos 2002 sayısındaki 56. sayfayı incele!). ayılar ve diğer baş yırtıcılar dergisi (cilt 1., sayı 2, sayfa 28-29, ayıların dövüştüğünü ve bir ayının yaralandığını gösteren bir resim sergiliyor ve bu gibi yaralanmaların ölümcül olabileceğinden bahsediyor. deniz kuşları arasında, her yuvada iki yumurta bulunur. yumurtadan yavru çıktıktan sonra, yavru kuşlardan biri diğerine saldırır ve onu yuvadan atar, sonunda diğeri ölür. (science news cilt 163,15 şubat 2003′teki “sibling desperado” adlı makaleyi oku!).
vahşi doğadaki insanlar en saldırgan türlerden birini teşkil ediyor. avcı-toplayıcı insanların kültürlerinin iyi bir genel incelenmesi little, brown and company, (boston ve toronto, 1971) tarafından yayınlanan carleton s. coon’un yazdığı avcı insanlar kitabıdır ve bu kitapta insanlar tarafından diğer insanlara karşı şiddet uygulayan avcı-toplayıcı toplumlardaki sayısız örnekleri bulacaksınız. profesör coon şunu açığa çıkarıyor ki (sayfa xix. 3,4,9,10), avcı toplayıcı insanları takdir ediyor ve uygar olanlardan daha şanslı saymaktadır. fakat o dürüst bir insan ve modern insanın hoşuna gitmeyen şiddet gibi ilkel yaşamın bu yönlerini sansürlemiyor.
bu yüzden, şu açık ki, şiddetin önemli bir miktarı insan yaşamının doğal bir parçasıdır. şiddette kendi başında bir yanlışlık yok. belirli her hangi bir durumda, şiddetin iyi veya kötü olup olmadığı onu nasıl ve hangi amaçla kullanıldığına bağlıdır.
modern insanlar neden şiddete tek başına bir kötülük olarak bakıyorlar ki o zaman? bunu sadece tek bir nedenden yapıyorlar: propaganda tarafından beyinleri yıkanıyor. modern toplum insanları şiddet tarafından korkmayı öğretmek için propagandanın çeşitli biçimlerini kullanmaktadır çünkü tekno-endüstriyel sistemin ürkek, uysal ve kendi otoritesini kabul ettirdiği popülasyonlara ihtiyacı vardır, sorun çıkarmayacak veya sistemin düzenli işleyişini aksatmayacak bir popülasyon. güç esas olarak fiziksel kuvvete dayanmaktadır. insanlara şiddetin yanlış olduğunu öğreterek (tabii sistem kendisi şiddeti polis veya ordu yoluyla kullandığından hariç olarak), sistem fiziksel güç üzerindeki kendi tekelini devam ettirmektedir ve bu yüzden bütün gücü kendi ellerinde tutar.
insanların şiddetin yanlış olduğu inançlarını açıklamak için uyduracakları her hangi bir felsefi veya ahlaki rasyonalizasyon, insanların bu inaçların gerçek nedeninin sistemin propagandasını habersiz bir biçimde yuttuklarını gösterir.
soru 12,13,14,15- anarşistler, yeşil anarşistler, anarko-ilkelciler,vejetaryenlik/veganlık ve hayvan ürünlerinin kullanımı ve hayvan yenmesi hakkında ne düşünüyorsun? onlara katılıyor musun? hayvan/dünya özgürlüğü konusundaki fikrin ne? earh first!, earth/animal liberation front gibi örgütlere nasıl bakıyorsun?
cevap 12,13,14,15- burada sözünü ettiğin bütün gruplar tek bir hareketin parçalarıdırlar. (buna ga “yeşil anarşist” hareket diyelim). elbette ki, bu insanların uygarlık ve teknolojiye karşı oldukları boyutu doğrudur. fakat, bu hareketin gelişimindeki biçiminden dolayı aslında tekno-endüstriyel sistemi korumaya yardımcı
olabilir ve devrime bir engel olarak hizmet ederler. bunu açıklayacağım:
isyanı doğrudan yok etmek veya bastırmak zordur. isyan güç tarafından bastırıldığında, sık sık otoritelerin kontrol etmek için zor buldukları bazı yeni biçimlerde sonradan yeniden patlak verirler. örneğin, 1878′de alman reichstag hareketin ezilmesinin ve hareketin katılımcılarını dağıtmasının, şaşırtmasının ve cesaretlerini kırmasının bir sonucu olarak sosyal demokratik harekete karşı sert ve baskıcı kanunları yasalaştırdı. ama sadece kısa bir süreliğine. hareket kendisini sonunda yeniden bir araya getirdi, daha enerjik hale geldi ve kendi fikirlerini yaymanın yeni yollarını buldu, böylelikle 1884′te daha öncesinden daha da güçlü hale geldi. g.a. zimmermann, das neunzehnte jahrhundert : geschichtlicher und kulturhistorischer rückblick, druck und verlag von geo. brumder, milwaukee, 1902, sayfa 23.
bu yüzden, insan meselelerinin kurnaz izlemcileri bir toplumun güçlü sınıflarının kendilerini isyana karşı sadece sınırlı bir boyuta kadar doğrudan baskı ve güç kullanarak ve isyanın yönünü değiştirmek için
temel olarak manipulasyona bel bağlayarak daha etkili savunabileceklerini bilmektedirler. kullanılan en etkili yöntemlerden biri, isyankar itici güçlerin sisteme zarar verdiği yollarda ifade edildiği kanalları sağlamaktır. örneğin, sovyetler birliği’nde hicivsel bir dergi olan krokodil’in şikayetler için bir yol açmak ve sovyet sistemine her hangi ciddi bir biçimde isyan etmemek veya kimsenin sistemin meşruluğunu sorgulamamasına öncülük edecek bir yolda otoritelerin içselleştirilmesi için tasarlanmıştı.
fakat batı’nın “demokratik” sistemi, sovyetler birliğinde bulunmuş olandan daha etkili ve sofistike olan isyanın yönünü değiştirmek için mekanizmaları yavaş yavaş geliştirmektedir. şu hakikaten olağanüstü bir gerçektir ki, modern batı toplumlarındaki insanlar isyan ettiklerini tasarladıklarına karşı sistemin değerlerinin lehine
ayaklanmaktadırlar. irksal ve dinsel eşitlik, kadınlar ve homoseksüeller için eşitlik, hayvanlara insancıl muamele lehine sol “isyanlar” falan filan. fakat bunlar amerikan kitle medyasının bize her gün sürekli öğrettiği değerlerdir. solcuların tamamıyla medya propagandasıyla öyle beyinleri yıkanmış ki, tekno-endüstriyel sistemin kendi değerleri olan bu değerler açısından sadece “isyan edebilirler”. bu bakımdan sistem, kendisine zararlı olan kanallarında solun isyankar itici güçlerinin yönlerini başarılı bir şekilde
değiştirmiştir.
teknolojiye ve uygarlığa karşı isyan gerçek bir isyandır, varolan sistemin değerleri üzerine gerçek bir saldırıdır. fakat yeşil anarşistler, anarko-primitivistler, falan filan (ga hareketi) uygarlığa karşı isyanlarının büyük boyutlarda etkisiz hale getirilmesine neden olan soldan aşırı derecede etkilenmiş olmalarının altında kalmıştırlar. uygarlığın değerlerine karşı isyan edecek yerde, kendilerine bir çok uygarlaşmış değer edindiler ve bu uygarlaşmış değerleri kapsayan ilkel toplumların imgesel bir resmini inşa ettiler. onlar avcı-toplayıcıların günde sadece iki veya üç saat (haftada 14-21 saate tekabül eder) çalışmış olduklarını, cinsiyet eşitliği olduğunu, hayvan haklarına saygı gösterdiklerini ve kendi çevrelerine zarar vermemeye özen gösterdiklerini falan filan iddia etmektedirler. ama bunların hepsi bir efsanedir. bunların uygarlıktan
nispeten etkilenmekten kurtulmuş oldukları zamandaki avcı-toplayıcı toplumları kişisel olarak gözlemleyen insanlar tarafından yazılmış bir çok raporu okursanız, göreceksiniz ki:
(i) bütün bu toplumlar hayvan ve hayvan yiyeceklerini yemektedirler; hiçbiri vegan değildi.
(ii) bu toplumların çoğu, hayvanlara karşı acımasızdılar.
(iii) bu toplumların çoğunluğu cinsiyet eşitliğine sahip değildi.
(iv) günde iki veya üç saat veya hafta da 14-21 saat çalışma tahmini “çalışmanın” yanıltıcı bir tanımlanmasına dayanmaktadır. tamamen göçebe avcı-toplayıcılar için en gerçekçi minimum tahmini, galiba haftada yaklaşık kırk saattir ve bazıları bundan daha fazla çalışmaktaydı.
(v) bu toplumların çoğu barışçıl değillerdi.
(vi) rekabet çoğunda veya belki de bu toplumların tamamında vardı. bazılarında rekabet sert biçimler alabiliyordu.
(vii) bu toplumlar kendi çevrelerine zarar vermemeye özen göstermek boyutunda fazlasıyla değişmektedirler. bazıları mükemmel doğal kaynakları koruma yanlıları olabilirler, ama diğerleri aşırı avlanma, ateşin pervasızca kullanımı veya başka biçimler yoluyla kendi çevrelerine zarar vermişlerdir.
bir önceki ifadelerin desteklenmesinde sayısız sağlam bilgi kaynağından bahsedebilirdim, fakat eğer öyle yapsaydım, bu mektup manasız bir biçimde uzun olurdu. daha uygun durumlar için tam belgelemeyi erteleyeceğim. burada birkaç örnekten bahsedeceğim.
hayvanlara yapılan zulüm. mbuti pigmeleri: “çocuk hayvanın midesinin et kısmında hayvanı yerde kıpırdamaz hale getirerek onu mızrakla tek vuruşla avladı. fakat hayvan hala yeterince canlıydı ve kurtulmak için mücadele ediyordu… maipe hayvanın boynuna başka bir mızrak vuruşu yaptı, ama hayvan hala kıvranıyor ve mücadele ediyordu. hayvanın kalbini deşecek olan üçüncü mızrak vuruşu gelmeden hayvan direnmeyi bıraktı.
“…pigmeler ölen hayvanı işaret eden ve gülen heyecanlı bir grupta yer almaktadırlar….”
“diğer zamanlarda ölüm ne kadar yavaş gelirse etin daha yumuşak olacağıyla açıklayan ve hala canlı olan kuşların tüylerini yakan pigmeler görmüştüm. ve kendileri gibi değerli olan av köpekleri, doğumlarından ölümlerine kadar acımasız bir biçimde tekmelenmekteydiler.” colin turnbull, orman insanları, simon and
schuster, 1962, sayfa 101. eskimolar: gontran de poncins’le birlikte yaşamış olan eskimolar köpeklerini vahşi bir biçimde dövüyorlar ve tekmeliyorlardı. gontran de poncins, kablona, tüme-life boks, alexandria, virginia, 1980, sayfa 29,30,49,189,196,198,199,212,216.
siriono: siriono bazen hayvanları canlı olarak tutsak ederdi ve onları kampa geri götürürlerdi, ama onlara yiyecek hiçbir şey vermezlerdi, ve çocuklar hayvanlara yakında ölecek bir biçimde çok kabaca davranırlardı. allan r. holmberg, nomads of the long bow: the siriono of eastern bolivia, the natural history pres, garden city, new york, 1969, sayfa 69-70,208. (siriono, yılın belirli zamanlarında kısıtlı bir boyutta mahsül ektiklerinden bu yana, saf avcı-toplayıcı değillerdir, fakat çoğunlukla avcılık ve toplayıcılıkla yaşarlardı. holmberg, sayfa 51, 63, 67, 76-77, 82-83, 265.)
cinsiyet eşitliğinin yokluğu. mbuti pigmeleri. turnbull mbuti’lerin arasında, “bir kadın bir erkekten sosyal olarak aşağı değildi” (colin turnbull, wayward servants, the natural history pres, garden city, new york, 1965, sayfa 270), ve bu yüzden “kadına karşı ayrımcılık yapılmamakta” (turnbull, forest people, sayfa 154) diyor. fakat aynı kitaplarından turnbull, mbuti’nin bugünkü cinsiyet eşitliği kavramına sahip olmadığını gösteren bir takım gerçekleri de belirtmektedir. ” belirli bir orandaki erkeklerin karılarını dövmelerine iyi olarak bakılmakta ve karıların kocalarına karşı saldırıya geçmesi beklenmektedir.” wayward servants, sayfa 287. “o karısından çok memnun olduğunu ve karısını dövemenin gerekli olduğunu düşünmediğini söylemektedir.” orman insanları, sayfa 205. erkek dişisini yere atar ve sille tokat döver wayward servants, sayfa 211. koca karısını döver wayward servants, sayfa 192. mbutiler amerikalıların “tarihe tecavüz” olarak adlandırdıklarını uygulamaktadırlar wayward servants, sayfa 137. turnbull kendi karılarına emirler veren erkeklerin iki durumundan bahsetmektedirwayward servants, sayfa 288-289; orman insanları sayfa 265. turnbull’un karılarına emir veren erkeklerden bahseden kitabında hiçbir durum göremedim.
siriono: siriono karılarını dövmezdi. holmberg, sayfa128. fakat: “bir kadın erkeğinin hizmetindeydi.” holmberg sayfa 125. “dağınık aile genelde en yaşlı aktif erkek tarafından yönetilirdi”. sayfa 129. “kadınlar…erkekler tarafından yönetilirlerdi.” sayfa 147. “cinsel teklifler genelde erkekler tarafından yapılırdı…eğer bir erkek ormanda bir kadınla yalnız kalırsa…onu yere kaba bir şekilde yatırır ve her hangi bir söz söylemeden kadından ödülünü alırdı.” sayfa 163. aileler kesinlikle erkek çocuklara sahip olmayı tercih
ederlerdi. sayfa 202. ayrıca sayfa 148.156.168-169,210,224′e de bakın.
avustralyalı aborjinler: ” avustralya’da en kuzeyde ve batıda…fark edilebilir bir güç 30-50 arası yaş gruplarının olgun, tamamıyla üyeliğe adapte olmuş ve genellikle çok karılı erkeklerin ellerinde bulunmaktadır ve kadınlar ve daha genç erkekler üzerindeki kontrol onlar arasında paylaşılmaktadıydı.” carleton s. coon, avlanan insanlar (önceden bahsetmiştim), sayfa 255. bazı avustralyalı kabileler arasında, genç kadınlar temel olarak erkekler için çalışmaları gerektiği için yaşlı erkeklerle evlenmeye zorlanmaktaydılar. reddeden kadınlar razı olana dek dövülürdü. aldo massola, the aborigines of south-eastern australia: as they were, the griffin pres, adelaide, avustralya, 1971. tam sayfa numarasını bilmiyorum ama 70. ve 80. sayfalar arasında bulabilirsin.
çalışmak için harcanan zaman. bunun iyi bir genel tartışması elizabeth cashdan tarafından yapılmıştır. “avcı ve toplayıcılar: gruplarda ekonomik davranış”, stuart plattner’da (editör) economic anthropology, stanford university pres, 1989, sayfa 21-48. cashdan, belirli bir grup kung bushmen’in haftada 40 saatten biraz fazla çalıştıklarını keşfeden richard lee’nin bir çalışmasını tartışmaktadır. ve cashdan, lee’nin çalışmasının kung’ların en az derecede çalıştıklarında ve yılın diğer zamanlarında daha çok çalışmış olabileceğini anladığı kanıtının bulunduğunu 24-25. sayfalada işaret etmektedir. cashdan yine lee’nin çalışmasının çocukların bakımında harcanan zamanı belirtmediğini 26. sayfada işaret eder. ve 24-25. sayfalarda cashdan lee ile birlikte çalışmış olan bushmen’lerden daha fazla saat çalışmış olan diğer avcı-toplayıcılardan bahseder. haftada kırk saat tamamıyla göçebe avcı-toplayıcıların belki de tahminen minimum çalışma süreleridir. gontran de poncins, kablona (önceden bahsedildi), sayfa 111, onun birlikte yaşadığı eskimolar günde 15 saat çalışıyorlardı. o belki de onların her gün 15 saat çalıştığını söylemek istemiyordu, fakat kitabından şu açık ki, onun eskimoları ağır çalışmaktaydı. av yapmak için tuzaklar kullanan mbuti pigmeleri arasında, “hem erkeklerin hem de kadınların içinde zaman ve kazandıklarında yerine getirdikleri tuzak kurma neredeyse tüm gün süren bir uğraşıydı…” turnbull, orman insanları, sayfa 131. siriono arasında erkekler ortalama olarak her diğer günde avlanmaktaydı. holmberg, sayfa 75-76. çalışmaya tan vaktinde başlarlar ve genellikle kampa öğlen 4 ve 6 arasında dönerlerdi.holmberg, sayfa 100-101. bu avlanmayı ortalama en az 11 saat yapar, ve haftada üç ve bir yarım günde, bu ortalama olarak haftada en az 38 saatlik avlanma süresine denk gelir. erkekler avlanmadıkları günlerde önemli bir oranda bir çalışma da yaptıklarından beri (sayfa 76, 100), haftalık çalışmaları, yıl üzerinden ortalaması alındığında, 40 saatten çok daha fazladır. aslında, holmberg siriono’nun yalnız bu aktivitelerde bir hafta yaklaşık 56 saat anlamına gelen avda veya toplamada (sayfa 222) uyanıklık zamanlarının yaklaşık yarısını harcadıklarını tahmin etmiştir. diğer çalışmalarda katıldığında, çalışma haftası 60 saatin üzerinde olmuş olurdu. siriono kadını “eşinden daha az dinlenmekten hoşlanmakta” ve “çocuklarını olgunluğa getirme yükümlülüğü dinlenmek için biraz zaman bırakıyordu.” holmberg, sayfa 224. siriono’nun ne kadar ağır çalışmak zorunda olduğunu gösteren diğer bilgiler için, 87, 107, 157, 213, 220, 223, 246, 248-249, 254, 268. sayfalara bakın.
şiddet. daha önce de bahsettiğim gibi, şiddetin sayısız örneği coon’un avcı insanlar kitabında bulunabilir. gontran de poncins’e göre, kablona, sayfa 116-120,125,162-165,237-238,244, cinayetler geçmişte genelde bıçakla yapılırdı- onun eskimoları arasında oldukça yaygındı. mbuti pigmeleri, turnbull onlar arasında hiçbir cinayet olyından bahsetmediğine göre, belki de bildiğim en az şiddet kullanan ilkel topluluklardı (çocuk öldürmelerinden ayrı olarak; wayward servant, sayfa 130). bununla birlikte, the forest people and wayward
servants kitabı boyunca turnbull, yumruk ve sopalarla yapılan bir çok dövme ve kavga olayından söz etmektedir. paul schebesta, die bambuti-pygmaen vom ituri, cilt i, institut royal colonial belge, brüksel,
1938, sayfa 81-84
‘te 19. yüzyılın ilk yarısında mbuti’lerin ormanda yaşamış olan köylü afrikalılara karşı ölümcül bir savaş açtıklarının kanıtını göstermiştir. (çocuk öldürmeleri için, schebesta, sayfa 138′e bakın.)
rekabet. avcı ve toplayıcı toplumlarda rekabetin varlığı bazılarında meydana gelen kavgalar ile gösterilmektedir. meselacoon’un, avcı insanlar kitabının 238,252,257-258. sayfalarına bakın. eğer fiziksel
bir dövüş bir çeşit rekabet değilse, hiçbir şeydir.
dövüşler eşler için rekabetten meydana gelmiş olabilir. örneğin, turnbull, wayward servants, sayfa 206‘da, bir erkek için kavga eden iki kadından birinin üç dişini kaybetmesinden bahseder. coon, sayfa 260‘da, avustralya aborjin erkeklerinin kadınlar için dövüştüklerinden söz eder. yemek için rekabet de kavgaya neden
olurdu. “bu (et) paylaşımının herhangi bir tartışma veya keskinlik olmadan yapıldığı anlamına gelmez. tam tersine kavgalar sık sık av sonrası kampa dönerken uzun ve gürültülü bir şekilde yapılırdı…” turnbull wayward servants, sayfa 158. coon, bazı eskimolar arasında balina eti paylaşı için “çok gürültülü tartışmalardan” söz eder. avcı insanlar, sayfa 125.
* *
*
ilkel insanların rekabetçi olmadığı, vejetaryen doğal kaynakları koruma yanlıları oldukları, cinsiyet eşitliğine sahip oldukları, hayvan haklarına saygı gösterdikleri ve yaşamak için çalışmak zorunda olmadıklarının ne kadar saçma bir imge olduğunu gösteren somut gerçeklerden bahsetmeye devam edebilirdim. ama bu mektup çok fazla uzadı, verdiğim bütün örnekler yeterli olacaktır.
avcı-toplayıcı yaşam biçiminin modern yaşamdan daha iyi olmadığını ima etmeye çalışmıyorum. tam tersine, mukayese edilemeyeceğine inanıyorum. avcı-toplayıcılar üzerinde çalışmış olan birçok belki de çoğu gözlemci onlara saygılarını, takdirlerini ifade etmiştir veya onlara gıpta ile bakmıştır. mesela, cashdan, sayfa 21‘de, avcı-toplayıcı yaşam tarzını “yüksek derecede başarılı” bulduğundan söz etmektedir. coon sayfa xix.‘da avcı-toplayıcıların “tam ve memnun edici yaşamlarından” bahsetmiştir. turnbull, orman insanları, sayfa 26‘da şöyle der: (mbutiler) yaşamlarını berbat eden o kadar zorluk, problem ve trajedilere rağmen sevinç ve mutluluk dolu ve dertten yoksun insanlardır.” schebesta, sayfa 73‘te şöyle yazar: “ne çok tehlike var, ama tarih öncesi çağlara ait ormanlardaki sayısız yolculukları ve av gezileri ne eğlenceli deneyimler! bizim şiirsel olmayan mekanik çağımızın, orman insanlarının mistik-sihirli düşünme biçimlerine derin bir şekilde dokunabilecek ve onların davranışlarına şekil verebilecek bir işareti yoktur.” ve sayfa 205‘te: ” pigmeler,
bizden önce fiziksel organizmalarının bozulmadan ve doğaya uygun olarak kendilerine özel yaşayan insanlar gibi insan ırkının en doğal insanlarından biri olarak durmaktadırlar. ilkesel özellikleri arasında görülmedik bir şekilde sağlam doğallık ve canlılık, ve emsalsiz bir neşelilik ve dertten uzaklık vardır. onlar, doğanın kanunlarına uygun olarak yaşamlarını geçiren insanlardırlar”.
ama açıktır ki, ilkel yaşamın uygar yaşamdan neden daha iyi olduğunun nedeni ne cinsiyet eşitliğidir, ne hayvanlara gösterilen merhamettir, ne rekabetin olmayışıdır veya şiddetsizliktir. bu değerler modern uygarlığın saf değerleridirler. bu değerleri avcı-toplayıcı toplumlar üzerinde tasarlayarak, ga hareketi gerçeklikte asla var olmamış olan ilkel bir ütopya mitini yaratmıştır.
o yüzden, ga hareketi uygarlık ve modernliği reddettiğini iddia ettiği halde, modern toplumun en önemli değerlerinin bazılarına esir kalmıştır. bu nedenden dolayı, ga hareketi etkili bir devrimci hareket olamaz.
ilk olarak, ga hareketinin enerjisinin bir parçası, ırkçılık, cinsiyetçilik, hayvan hakları, homoseksüel hakları falan filanlar gibi sahte devrimci sorunlar lehine gerçek devrimci hedeflerden genel olarak modern teknolojiyi ve uygarlığı yok etmek için sapmaktadır.
ikinci olarak, bu sahte devrimci sorunlara teslim olduğundan dolayı, ga hareketi çok fazla solcuyu modern uygarlıktan kurtulmakla ilgilenmeyen, daha çok ırkçılık, cinsiyetçilik gibi solcu sorunlarla uğraşan cezp etmektedir. bu da hareketin enerjisini teknoloji ve uygarlık sorunundan uzaklaşmasına neden olmaktadır.
üçüncü olarak, kadınların, hayvanların, homoseksüellerin haklarını koruma amacı uygarlığı yok etme amacıyla birbirlerine zıttır, çünkü ilkel toplumlarda kadınların ve homoseksüellerin çoğu zaman eşitliği
olmamıştır, ve böyle toplumlar genelde hayvanlara zalimce davranırlardı. eğer birinin hedefi bu grupların haklarını savunmaksa, o zaman en iyi politikası modern uygarlıkla uzlaşmaktır.
dördüncü olarak, ga hareketinin modern uygarlığın saf değerlerinin çoğunu saf bir ilkel ütopya miti olarak benimsemesi, tekno-endüstriyel sistemden kurtulmak için etkili, gerçekçi eylem yapmak yerine ütopyacı fantezilerine çekilmeye daha eğimli pratik olmayan, saf, hayalci ve uyuşuk insanları çok fazla cezp etmektedir.
aslında, ga hareketinin hıristiyanlıkla aynı rotaya kayabileceği gibi bir mezar tehlikesi de vardır. başlangıçta, isa’nın liderliği altında, hıristiyanlık sadece dinsel bir hareket değildi ayrıca sosyal bir devrim hareketiydi. tamamıyla dinsel bir hareket olarak hıristiyanlık başarılı oldu, fakat devrimci bir hareket olarak tamamıyla başarısızlığa uğradı. kendi zamanının sosyal eşitsizliklerini düzeltmek için hiçbir şey yapmadı, ve hıristiyanlar
imparator konstantin’le anlaşma fırsatı bulur bulmaz, roma imparatorluğunun güç-yapısının bir parçası olup bütün değerlerini sattılar.
ga hareketi ve eski hıristiyanlığın psikolojisi arasında rahatsızlık veren bir benzerlik ortaya çıkmaktadır. iki hareket arasındaki paralellikler göze çarpmaktadır: ilkel ütopya= eden’in bahçesi; uygarlığın gelişimi= ilk günah, bilgi ağacından elmanın yenmesi; devrim= cezalandırma günü; ilkel ütopyaya geri dönüş=tanrının
krallığına varış. veganizm belki de hıristiyanlığın (paskalya sırasında oruç tutmak) ve diğer dinlerin beslenme kısıtlamaları gibi aynı psikolojik rolü oynamaktadır. ağaç kesme makinelerinin falan bloke edilmesinde kendi vücutlarını kullanan eylemciler tarafından alınan riskler, kendi inançları için ölen eski hıristiyanların
şehitliğiyle karşılaştırılabilir (hıristiyanların şehitliği bugünkü eylemcilerin taktiklerinden daha fazla cesaretlilik istiyor o ayrı). ga hareketi hıristiyanlıkla aynı yolda gitmeye devam ederse, devrimci bir hareket olarak tamamen bir başarısızlık olacaktır.
ga hareketi belki sadece işe yaramaz olmayacaktır, aynı zamanda da işe yaramaz olandan daha kötü olacaktır, çünkü bu hareket etkili bir devrimci hareketin gelişiminde bir engel olabilecektir. teknolojiye ve uygarlığa karşı muhalefet ga hareketinin programlarının önemli bir parçası olduğundan beri, teknolojik uygarlığın dünyaya neler yaptığı hakkında endişeli olan genç insan bu hareketin içine sürüklenmektedirler. elbette ki sadece bu genç insanlar solcu, saf, hayalci, beceriksiz tipler değildirler; bazılarının gerçek devrimciler olmaya potansiyelleri vardır. ama ga hareketi içinde solcular ve diğer işe yaramaz insanlar içinde boğulmaktadırlar, böylece etkisiz hale getirilmekte ve yozlaşmakta ve onların devrimci potansiyelleri boşa harcanmaktadır. bu anlamda, ga hareketi potansiyel devrimcilerin yok edicisi olarak tanımlanabilir.
kendisini ga hareketinden ve onun saf uygar değerlerinden katı bir şekilde ayıracak yeni bir devrimci hareket gereklidir. cinsiyet eşitliğinin, hayvanlara merhamet göstermenin, homoseksüellere tolerans göstermenin yanlış olduğunu ima etmiyorum. fakat bu değerlerin teknolojik uygarlığı yok etme çabasıyla hiçbir ilgisi yoktur. bunlar devrimci değerler değildirler. etkili bir devrimci hareket, bunların yerine beceri, kendi kendine disiplin, dürüstlük, fiziksel ve zihinsel dayanma gücü, dışsal etkenlere ve sınırlamalara tolerans göstermeme, fiziksel acıya tahammül etme kapasitesi ve hepsinin üstünde yüreklilik gibi ilkel toplumların katı değerlerini
benimsemelidir.
saygılarımla,
ted kaczynski

6 Ocak 2013 Pazar


Meksika'nın Chiapas bölgesinde halkın özyönetimini sağlayan
Zapatistaların liderlerinden Subcomandante Marcos, yayınladığı bildiri
ile dünya haklarına seslendi ve yeni bir döneme girdiklerini duyurdu

Meksika halkına:
Dünya halkları ve hükümetlerine:
Kardeşler! Yoldaşlar!
21 Aralık 2012 sabahında, on binlerce yerli Zapatista harekete geçti.
Barışçıl ve sessiz bir şekilde Meksika'nın güneydoğu bölgesinde yer
alan Chiapas'ta yer alan beş merkez kenti ele geçirdi. Bunlar
Palenque, Altamirano, Las Margaritas, Ocosingo ve San Cristóbal de la
Casas kentleriydi. Bu kentlerde size ve kendimize baktık sessizce.
Bizim mesajımız bir istifa mesajı değildir. Savaş, ölüm veya yıkım
mesajı da değildir. Bizim mesajımız, mücadele ve direniş mesajıdır.
Medya darbesi federal yürütme organına hiç de gizli olmayan bir
cehalet yüklediği için kendimizi görünür kılmak, bir yere
gitmediğimizi göstermek istedik.

BİZ OLMASAK DA BAŞARISIZLIĞA MAHKUMLAR
6 yıl önce, siyasal ve entelektüel sınıfın bir bölümü, yenilgilerinin
sorumluluğunu yükleyecek bir günah keçisi arıyordu. Bizse o dönemde
kentlerde ve topluluklarımızda adalet için mücadele ediyorduk. Önce
bize iftira attılar, sonra da bizi susturmak istediler.
Yıkımlarını getirecek tohumları kendi içlerinde taşıdıklarını
görmekten acizken bizi yalanlarla ve iftiralarla yok etmeye
çalıştılar.
6 yıl sonra net olan iki şey var:
1- Onların başarısız olmak için bize ihtiyaçları yok.
2- Bizim de hayatta kalmak için onlara ihtiyacımız yok.
Yelpazenin hangi tarafında olursa olsun bütün medya kuruluşlarının
sizi inandırmak istediğinin aksine, biz hiçbir zaman bir yere
gitmedik, hep buradaydık. Ve şimdi, yerli Zapatistalar olarak yeniden
diriliyoruz.
Aradan geçen bu yıllarda yaşam koşullarımızı belirgin bir şekilde
iyileştirdik ve güçlendik. Durumumuz, Meksika hükümetini destekleyen
ve onların yardımıyla ayakta duran yerli toplulukların durumundan çok
daha iyi. Zaten hükümetin onlara tek yardımı alkol ve işe yaramaz
eşyalarla dolu koliler yollamak.
Yuvalarımızı daha iyi hale getirirken, doğaya zarar vermeyen, uyumlu
yollar inşa ettik.

ONURLU BİR HAYAT İNŞA ETTİK
Eskiden toprak ağalarının ineklerini besleyen topraklarda şimdi
sofralarımızı zenginleştiren fasulye, mısır ve sebze yetiştiriyoruz.
Yaptığımız işten çifte haz alıyoruz: Hem onurlu bir hayat sürüyor, hem
de topluluklarımızın kolektif bir şekilde gelişmesini, büyümesini
sağlıyoruz.
Çocuklarımız kendi tarihlerinin yanı sıra ülke tarihi ve dünya
tarihini de öğrendikleri okullarda okuyor. Çocuklarımız yerliliklerini
kaybetmeden en iyi şekilde yetişecekleri bilim ve teknik eğitimi
alıyor.
Yerli Zapatista kadınları birer mal gibi alınıp satılmıyor. Hastane,
klinik ve laboratuvarlarımıza Zapatistalar dışında insanlar da
geliyor, çünkü hükümetin hastanelerinde ne ilaç, ne ekipman, ne de
yeterliliğe sahip eleman var.
Kültürümüz izole olmanın çok ötesinde, Meksika halkları ve dünya
halklarıyla etkileşime girerek zenginleşiyor. Kendimizi yönetiyoruz ve
süreç içinde her zaman çatışmak yerine anlaşmaya öncelik veriyoruz.
Bütün bunları bir hükümet, siyasal sınıf veya medyaya sahip olmadan,
her türlü saldırıya maruz kalırken başardık. Bir kere daha kim
olduğumuzu gösterdik. Sessizliğimizle kendimizi var ettik.
Şimdi, size söz veriyor ve duyuruyoruz:
1- Ülkedeki yerli halklarla temas alanımız olan Ulusal Yerli
Kongresine katılımımızı bir kere daha teyit ediyoruz.
2- 2005'te yaptığımız Altıncı Lacandón Cengeli Deklarasyonu'na bağlı
yoldaşlarımızla tekrardan iletişim kuracak, fikir alışverişinde
bulunacağız.
3- Ortaya çıkan ve çıkacak toplumsal hareketlerle köprü kurmak için
çabalayacağız. Bu çabamızın amacı o hareketleri yönlendirmek veya
ayaklarını kaydırmak değil. Aksine, onlardan öğrenmek. Tarihlerinden,
yollarından ve kaderlerinden dersler çıkarmak.
4- Sıradan ve mütevazi halkın ihtiyaçlarını, arzularını göz ardı
ederek büyüyen Meksika'nın tüm siyasal sınıfına eleştirel uzaklıkta
durmaya devam edeceğiz.
5- Kötü yönetim sergileyen federal, devlet, yerel hükümetlere; yasama,
yürütme ve yargıya şunları söylüyoruz:
Siyasal yelpazede yer alan istisnasız her partiden ait kötü hükümetler
bizi yok etmek, satın almak, pes ettirmek ve teslim almak için her
şeyi yaptılar. Kurumsal Devrimci Parti, Milli Hareket Partisi,
Demokratik Devrim Partisi, Meksika'nın Çevreci Yeşil Partisi, İşçi
Partisi ve Halk Hareketi Partisi bize askeri, siyasal, toplumsal ve
ideolojik savaş açtılar. Ana akım medya bizi fırsatçı ve alçak
yalanlarla, aldatıcı suçlamalarla yok etmeye çalıştı. Hizmet
ettikleri, ceplerini dolduran elitler yerlerini yeni gruplara bıraktı.
Ama unutmasınlar ki bu yeni patronları da öncekiler gibi geçicidir.
21 Aralık 2012'de aşikâr olduğu gibi, hepsi başarısızlığa mahkum.
Artık federal hükümetin, yasama, yürütme ve yargının karar vermesi
lazım: Medyanın sakarca inşa ettiği uydurma simülasyonlardan başka bir
sonuç vermeyen kontrgerilla politikalarına mı devam edecekler, yoksa
Federal Hükümet'in 1996'da imzaladığı San Andrés Uzlaşısı'nda
belirtilen yerlilerin hakları ve kültürlerini anayasal seviyede
güvence altına alma sözlerini mi tutacaklar?

ARTIK KARAR VERİN!
Devlet yönetiminin karar vermesi lazım: Öncüllerinin haysiyetsiz,
rezil stratejilerine yolsuzluk ve yalanlar ekleyerek, Chiapas halkının
parasını kendilerinin ve yandaşlarının ceplerini doldurmak için
kullanarak, medyadaki kalemleri utanmadan satın alarak, Chiapas
halkını polis ve paramiliter güçlerle yoksulluğa iterek Zapatista
topluluklarının örgütsel ilerleyişini durdurmaya mı çabalayacaklar;
yoksa gerçeğin ve hakikatin peşinden gidip varlığımıza saygı
göstererek Chiapas'taki Zapatista bölgesinde gelişmekte olan yeni
toplumsal yapıya saygı mı gösterecekler? Chiapas'ta açmakta olan
çiçeğin, dünyadaki tüm erdemli insanların dikkatini çektiğini
kabullenecekler mi?
Yerel yönetimlerin karar vermesi lazım: Zapatista karşıtı örgütlerin
kuyruklu yalanlarına inanarak topluluklarımıza zarar vermek ve bize
saldırmak için mi uğraşacaklar, yoksa buna harcayacakları parayı
insanların yaşam koşullarını düzeltmek için mi kullanacaklar?
Meksika halklarının karar vermesi lazım: Bizi düşmanları olarak
algılayıp işkencecilerimizle ittifak kurarak, hepimizi etkileyen
devletin yolsuzlukları ve sahtekarlıklarına duydukları tepkiyi günah
keçisi ilan ettikleri Zapatistalara mı yansıtacaklar; yoksa başka bir
siyaset yönteminin mümkün olduğunu gösterdiğimizi kabullenecekler mi?
6- EZLN (Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu) önümüzdeki günlerde Altıncı
ve Uluslararası Komisyonları aracılığıyla bir dizi barışçıl ve sivil
insiyatif başlatarak Merksika'nın ve kıtanın diğer yerli halklarıyla
birlikte yürümeye devam edecek. Meksika'da ve dünyada sol mücadele ve
direniş içinde yer alanlarla dayanışmaya devam edecek.

***
Kardeşler! Yoldaşlar!
Geçmişte dürüst ve mert medyanın ilgisini çekme şansımız olmuştu.
Onlara takdirimizi her zaman sunmuştuk. Ancak son dönemdeki
davranışlarıyla, tamamen değiştiklerini gösterdiler.
Bizim sadece medya aracılığıyla var olan şişirilmiş bir balon
olduğumuzu iddia edenler, bizi yalanlarla kuşatarak, sessizliğe mahkum
ederek yok olacağımızı düşünenler yanıldılar.

AYAKTA KALMAK İÇİN MEDYAYA İHTİYACIMIZ YOK
Kameraların, mikrofonların, kalemlerin, kulakların ve gözlerin
olmadığı zamanlarda baki kaldık.
Bizi suçladılar, ayakta kaldık.
Bizi susturdular, ayakta kaldık.
Ve şimdi, burada varlığımızı tekrar gösteriyoruz.
İspatladığımız gibi, yolumuz medya etkisine bağımlı değil. Aksine,
dünyayı tüm parçalarıyla birlikte kavramaya, adımlarımıza yol gösteren
yerli bilgeliğe, ezilmişlerin ve solun mücadelesine sadığız.
Bugünden itibaren sözlerimizi daha dikkatle seçeceğiz. İstisnai
durumlar hariç, söylediklerimizi sadece bizimle birlikte yürüyenler,
medya trendlerine ve akımlara teslim olmadan yürümeye devam edenler
anlayabilecek.
Hatalarımız olsa da, zorluklarla karşılaşsak da, artık burada başka
bir politika hayali gerçeğe dönüştü. Bundan sonra sadece az, çok az
sayıda insan bunu bilme ve doğrudan öğrenme ayrıcalığına sahip olacak.
19 yıl önce, onların kentlerini ateş ve kanla ele geçirerek sürpriz
yapmıştık. Bugün silah, ölüm veya yıkım olmadan bunu tekrar
gerçekleştirdik.
Böylece kendimizi, yönettikleri insanlara ölümden başka bir şey
getirmemiş ve getirmemeye devam eden yönetimlerden farklılaştırdık.
Biz 500 yıl önce de aynıydık, 44 yıl önce de, 30 önce de, 20 yıl önce
de, birkaç gün önce de.
Biz Zapatistalarız! Ülkenin son köşesinde yaşayan, mücadele eden ve
ölenleriz. Teslim olmayan, kendini satmayan, pes etmeyenleriz.

***
Kardeşler! Yoldaşlar! Biz Zapatistalarız, selamımız ve sevgimiz size.
Biz Zapatistalarız ve sizi kucaklıyoruz.
DEMOKRASİ!
ÖZGÜRLÜK!
ADALET!
Meksika'nın Güneydoğusundaki dağlardan,
Yerlilerin Gizli Devrimci Komitesi - Zapatista Ulusal Özgürlük Ordusu
Genel Komutanlığı adına,
Asi Subcamandante Marcos
Aralık 2012 - Ocak 2013

SUBCOMANDANTE MARCOS
BirGün için çeviren: ONUR EREM


NE OLMUŞTU?
Bir buçuk yıldır medyada sesleri hiç duyulmayan Zapatistalar 21 Aralık
2012'de, 1994'teki kitlesel yürüyüşlerinden beri en büyük eylemini
gerçekleştirdi. Böyle bir eylem gerçekleştirileceğinden kimsenin
haberi yoktu.
On binlerce Zapatista yüzlerine taktıkları kar maskeleriyle hiçbir
toplu taşıma kullanmadan uzak dağlardaki köylerinden kentlere yürüdü.
Yağmur ve soğuğa aldırmayan kitlenin içinde yaşlılar, kadınlar ve
çocuklar da vardı. Sayıları, kentlerin bütün sokaklarını doldurmaya
yetecek kadar çoktu. Yürüyüşün en büyük özelliği, kendilerini
susturmaya çalışanları protesto etmek amacıyla tamamen sessiz,
slogansız yapılmasıydı. Eylem sonunda bir açıklama yapmayan
Zapatistalar, eylemin kendisinin bir açıklama olduğunu söyledi. EZLN
lideri Marcos ise "Duydunuz mu? Bu ses, çökmekte olan dünyanızın sesi.
Bizim dünyamızın geri geldiğinin habercisi" ifadelerinin yer aldığı
kısa bir mesaj yayınladı.

Kaynak: http://www.birgun.net/worlds_index.php?news_code=1357205983&year=2013&month=01&day=03

15 Aralık 2012 Cumartesi


                        Ahmaklar Gemisi
                         

Bir zamanlar, bir geminin kaptan ve zabitleri kendi denizciliklerini çok beğenir ve kendilerine çılgınca hayran olurlardı. Gemiyi kuzeye çevirdiler ve tehlikeli buzullarla karşılaşıncaya kadar yol aldılar. Kendilerine yalnızca denizcilikteki ebedi başarılarını gösterme fırsatı vermek için kuzeye doğru çok daha tehlikeli sularda yol almaya devam ettiler.
Gemi daha yüksek enlemlere ulaştıkça, yolcular ve mürettebat giderek rahatsız oldu ve aralarında tartışmaya, içerisindeki bulundukları koşullar hakkında şikayet etmeye başladılar.“Titriyorum” dedi usta gemici, “Bu kadar kötü bir yolculukta daha önce hiç bulunmamıştım. Güverte buzla kaplı; gözetleme yerindeyken rüzgar ceketimi bıçak gibi kesiyor; ön yelkene camadana vururken neredeyse parmaklarım donuyor; ve tüm bunlar için ayda 5 şilin alıyorum.”“Bunun kötü olduğunu mu düşünüyorsun!” dedi kadın yolcu. “Soğuktan geceleri uyuyamıyorum. Bu gemideki kadınlar erkekler kadar battaniye alamıyor. Bu adil değil!”Meksikalı gemici sözü kesip konuşmaya katıldı: “¡Chingado! Ben, İngiliz gemicinin aldığı maaşın sadece yarısını alıyorum. Bu iklimde kendimizi sıcak tutmak için bol yiyeceğe ihtiyacımız var ve İngilizler daha çok alıyor. En kötüsü, zabitler sürekli emirlerini İspanyolca yerine İngilizce olarak veriyor.”“Herkesten daha çok şikayet edecek nedenim var.” dedi Amerikan Yerlisi gemici. “Eğer soluk benizliler atalarımın topraklarını yağmalamasaydı, bu gemide, buzdağlarının ve kutup rüzgârlarının arasında olmayacaktım. Hoş, sakin bir gölde kanoyla gezinecektim. Tazminatı hak ediyorum. En azından, kaptan bana barbut oynatmam için izin vermeli ki biraz para kazanabileyim.”Lostromo söz aldı: “Dün, birinci zabit bana “ibne” dedi. İsimler takılmadan eşcinsel ilişkiye girme hakkım var.”Bu gemide kötü davranılan sadece siz insanlar değilsiniz,” diyerek yolcuların arasındaki hayvansever araya girdi. Sesi öfkeyle titriyordu. “Geçen hafta ikinci zabiti geminin köpeğini iki kere tekmelerken gördüm!”Yolculardan biri üniversite profesörüydü. Ellerini ovuşturarak hiddetle söylendi, “Bunların hepsi korkunç! Ahlaksız! Irkçılık, seksizm, türcülük, homofobi, işçi sınıfının sömürülmesi! Ayrımcılık! Toplumsal adalete sahip olmalıyız: Meksikalı gemici için eşit maaş, bütün gemiciler için yüksek maaş, Amerikan Yerlisi için tazminat, kadınlar için eşit battaniye, eşcinsel ilişki hakkı ve köpeği daha fazla tekmelemek yok!”Yolcular “Evet, evet!” diye bağırdı. Mürettebat “Hay hay!” diye bağırdı. “Ayrımcılık! Haklarımızı talep etmeliyiz!”Kamarot boğazını temizledi.“Hepinizin şikayet etmek için iyi nedenleri var. Fakat bana göre gerçekten yapmamız gereken şey gemiyi döndürmemiz ve güneye doğru gitmemiz, çünkü eğer kuzeye gitmeye devam edersek er geç batacağız. Sonra maaşlarınızın, battaniyelerinizin, eşcinsel ilişki haklarınızın size yararı olmayacak, çünkü hepimiz boğulacağız.”Fakat kimse onu dinlemedi, çünkü o sadece bir kamarottu.Kaptan ve zabitler, kıç güvertedeki makamlarından tartışmayı izliyor ve dinliyordu.Birbirlerine gülümsediler ve göz kırptılar. Kaptanın el hareketiyle üçüncü zabit kıç güverteden indi. Yolcular ve mürettebatın toplandığı yere ağır adımlarla yürüdü ve onların arasında durdu. Çok ciddi bir ifade takınarak konuştu:“Biz kaptanlar kabul etmeliyiz ki bu gemide mazur görülemez şeyler olmakta. Şikayetlerinizi duyana kadar bu kadar kötü bir durum olduğunu anlayamadık. Bizler iyi niyetli insanlarız ve sizler için en iyisini yapmak istiyoruz. Ancak kaptan oldukça eski kafalı ve kendi bildiği yolda ilerler. Somut değişiklikler yapmadan önce biraz kışkırtılması gerekebilir. Benim şahsi fikrim, eğer gayretle protesto ederseniz – fakat her zaman barışçıl ve geminin kurallarını ihlâl etmeden – kaptanın ataletini sarsar ve gayet haklı olarak şikayet ettiğiniz problemlere çözüm getirmeye zorlarsınız.Bunu söyledikten sonra üçüncü zabit kıç güverteye doğru yol aldı. Gider gitmez yolcular ve mürettebat arkasından, “Orta yolcu! Reformcu! Liberal! Kaptanın yardakçısı!” diye bağırdı. Fakat yine de söylediği gibi yaptılar. Kıç güvertenin önünde buluştular. Kaptanlara hakaretler savurdular ve haklarını talep ettiler: Usta gemici “Daha yüksek maaş ve daha iyi çalışma koşulları istiyorum,” diye haykırdı. Kadın yolcu “Kadınlar için eşit battaniye” diye haykırdı. Meksikalı gemici “Emirleri İspanyolca olarak almak istiyorum.” diye haykırdı. Amerikan Yerlisi gemici “Barbut oynatma hakkı istiyorum.” diye haykırdı. Lostromo “İbne olarak adlandırılmak istemiyorum.” diye haykırdı. Hayvansever “Köpeğin daha fazla tekmelenmesine hayır.” diye haykırdı. Profesör “Devrim, hemen şimdi.” diye haykırdı.Kaptan ve zabitler aceleyle bir araya toplandı ve birkaç dakika görüştü. Bütün bu süre boyunca birbirlerine göz kırptılar, gülümsediler ve birbirlerini doğrularcasına kafalarını öne eğdiler. Daha sonra kaptan kıç güvertenin önünde durdu ve büyük bir cömertlik göstererek, usta gemicinin maaşının ayda 6 şiline yükseltileceğini; Meksikalı gemicinin maaşının İngiliz gemicinin üçte ikisi kadar olacağını, ve ön yelkene camadana vurma emrinin İspanyolca verileceğini; kadın yolcuların bir battaniye daha alacağını; Amerikan Yerlisi gemicinin Cumartesi akşamları barbut oynatabileceğini; lostromonun gizlice eşcinsel ilişkiye girdiği sürece ibne olarak anılmayacağını ve mutfaktan yemek çalmak gibi gerçekten ahlaksız şeyler yapmadığı sürece köpeğin tekmelenmeyeceğini duyurdu.Yolcular ve mürettebat bu imtiyazları büyük bir zafer olarak kutladı. Fakat ertesi sabah, tekrardan memnuniyetsizlik hissettiler.Usta gemici “Ayda altı şilin çok düşük bir ücret ve hâlâ ön yelkene camadana vururken parmaklarım donuyor” diyerek homurdandı. Meksikalı gemici “Hâlâ İngilizlerle aynı maaşı veya bu iklim için yeterli yiyeceği alamıyorum” dedi. Kadın yolcu “Biz kadınlar hâlâ kendimizi sıcak tutacak kadar battaniyeye sahip değiliz” dedi. Diğer yolcular ve mürettebat da benzer şikayetlerde bulundu. Profesör onları kışkırttı.Konuşmalarını bitirdiklerinde, kamarot, bu sefer diğerlerinin duymamazlıktan gelemeyeceği kadar yüksek bir sesle konuştu:“Köpeğin mutfaktan bir parça ekmek çaldığı için tekmelenmesi, kadınların eşit battaniyeye sahip olmaması, usta gemicinin parmaklarının donması gerçekten korkunç; ve lostromonun istediği halde neden erkeklerle ilişkiye giremediğini anlamıyorum. Fakat buzulların şu an nasıl kalın olduklarına ve rüzgârın nasıl daha fazla sert estiğine bakın! Bu gemiyi geriye, güneye doğru çevirmemiz gerekiyor. Eğer kuzeye gitmeye devam edersek, buzullara çarpacak ve batacağız.“Ah, evet,” dedi lostromo, “Kuzeye doğru gitmeye devam etmemiz gerçekten korkunç bir şey. Fakat neden tuvalette sevişmek zorundayım? Neden ibne olarak anılmam gerekiyor? Diğer herkes gibi iyi biri değil miyim?”“Kuzeye doğru ilerlemek korkunç” dedi kadın yolcu. “Fakat görmüyor musun? Tam da bu nedenle kadınların kendilerini sıcak tutmak için daha çok battaniyeye ihtiyacı var. Hemen şimdi kadınlar için eşit battaniye talep ediyorum!”“Tamamen doğru” dedi profesör, “Kuzeye doğru yol almak hepimiz için büyük sıkıntılar yaratıyor. Fakat yönümüzü güneye doğru çevirmek gerçekçi olmaz. Zamanı geri çeviremezsin. Durumumuzun üstesinden gelmek için iyi hazırlanmış bir yol bulmalıyız.”“Bak” dedi kamarot, “kıç güvertedeki bu dört kaçık adamın yollarına devam etmesine izin verirsek, hepimiz batacağız. Eğer gemiyi tehlikeden uzaklaştırırsak, daha sonra çalışma koşulları, kadınlar için battaniye ve eşcinsel ilişki hakkı için endişelenebiliriz. Ama önce bu gemiyi çevirmemiz gerekiyor. Eğer bir kısmımız birlik olur, bir plan yapar ve biraz cesaret gösterirsek, kendimizi kurtarabiliriz. Çok fazla insana gerek yok – yedi veya sekizimiz yeterli. Kıç güverteye saldırabilir, bu delileri gemiden atabilir ve gemiyi güneye çevirebiliriz.”Profesör sesini yükseltti ve sert bir şekilde “Şiddete inanmıyorum. Ahlaksızca.” dedi.Lostromo “Şiddet kullanmak etik değil” dedi.Kadın yolcu “Şiddetten çok korkuyorum” dedi.Kaptan ve zabitler herşeyi izliyor ve dinliyordu. Kaptanın bir işaretiyle üçüncü zabit ana güverteye indi. Yolcuların ve mürettebatın arasına kadar geldi ve gemide hâlâ bir takım sıkıntılar olduğunu söyledi.“Epey ilerleme kaydettik” dedi. “Fakat daha fazlası gerçekleşmeyi bekliyor. Usta gemicinin çalışma koşulları hâlâ sert, Meksikalı hâlâ İngiliz ile aynı maaşı alamıyor, kadınların hâlâ erkekler kadar battaniyesi yok, Amerikan Yerlisi’nin Cumartesi geceleri oynattığı barbut ellerinden alınan toprakları için değersiz bir karşılık, lostromonun eşcinsel ilişkiye tuvalette girmesi adil değil ve köpek hâlâ kimi zaman tekmeleniyor.“Bence kaptanın yeniden harekete geçirilmeye ihtiyacı var. Eğer hep birlikte başka bir protesto gerçekleştirirseniz işe yarayacaktır – şiddetsiz olduğu sürece.”Üçüncü zabit geminin kıç tarafına doğru ilerlerken, yolcular ve mürettebat arkasından hakaretler yağdırdı. Ama yine de ne dediyse yaptılar ve başka bir protesto için geminin kıç güvertesi önünde toplandılar. Çılgınca bağırıp çağırdılar, yumruklarını savurdular ve hâttâ kaptana çürük yumurta attılar (ustalıkla yana çekildi).Kaptan ve zabitler şikayetleri dinledikten sonra aceleyle bir araya toplandı. Konuşmaları süresince birbirlerine göz kırptılar ve sırıttılar. Daha sonra kaptan kıç güvertenin önüne geldi ve usta gemiciye parmaklarını sıcak tutsun diye bir eldiven verileceğini, Meksikalı gemicinin İngiliz gemicinin dörtte üç maaşı kadar maaş alacağını, kadınlara bir battaniye daha verileceğini, Amerikan Yerlisi gemicinin Cumartesi ve Pazar geceleri barbut oynatabileceğini, lostromonun karanlıktan sonra alenen eşcinsel ilişkiye girebileceğini ve kimsenin kaptanın özel izni olmadan köpeği tekmeleyemeyeceğini söyledi.Yolcular ve mürettebat bu büyük devrimci zafer karşısında çok mutluydu. Fakat ertesi günle birlikte tekrardan memnuniyetsizlik hissettiler ve aynı eski sıkıntılar hakkında söylenmeye başladılar.Kamarot bu sefer sinirleniyordu.“Sizi ahmaklar!” diye bağırdı. “Kaptanın ve zabitlerin neler yaptıklarını görmüyor musunuz? Bu gemiyle ilgili yanlışın ne olduğunu düşünemeyesiniz diye battaniyeler, maaşlar ve köpeğin tekmelenmesi hakkındaki saçma şikayetlerinizle sizleri meşgul etmeyi sürdürüyorlar – gemi kuzeye doğru daha da ilerliyor ve hepimiz boğulmuş olacağız. Eğer sadece bir kaçınız aklını başına toplar, bir araya gelir ve kıç güverteyi basarsak, bu gemiyi çevirebilir ve kendimizi kurtarabiliriz. Fakat tüm yaptığınız, çalışma koşulları, barbut oynatma ve eşcinsel ilişki hakkı gibi önemsiz küçük konular hakkında ağlaşmak.”Yolcular ve mürettebat öfkelendi.“Önemsiz!!” diye ağladı Meksikalı, “İngiliz gemicinin sadece dörtte üçü kadar maaş almam sence adil mi? Önemsiz mi?”“Benim sıkıntıma nasıl saçma diyebiliyorsun?” diye bağırdı lostromo. “İbne olarak anılmanın küçük düşürücü olduğunu bilmiyor musun?”“Köpeği tekmelemek ‘önemsiz küçük bir konu’ değil!” diye haykırdı hayvansever. “Zalimce, insafsızca, vahşice!”Kamarot, “Pekâlâ” dedi. “Bu konular önemsiz ve saçma değil. Köpeği tekmelemek insafsız ve vahşice. İbne olarak anılmak küçük düşürücü. Fakat gerçek sorunumuzla karşılaştırıldığında – geminin hâlâ kuzeye gidiyor olduğu gerçeğiyle karşılaştırıldığında – sizin şikayetleriniz önemsiz ve saçma, çünkü eğer bu gemiyi derhal çeviremezsek hepimiz boğulacağız.“Faşist!” diye haykırdı profesör.“Karşı devrimci!” dedi kadın yolcu. Tüm yolcular ve mürettebat birbirlerinin ardından konuşmaya katıldı. Kamarotu faşist ve karşı devrimci olarak suçladılar. Onu bir kenara itip maaşlar, kadınlar için battaniye, eşcinsel hakları ve köpeğe nasıl davranılması gerektiği hakkında söylenmeye devam ettiler. Gemi kuzeye doğru yol almaya devam etti. Bir süre sonra iki buzdağı arasında parçalandı ve herkes boğuldu.                        Çeviri: Serhat Elfun Demirkol

                                                          Theodore Kaczynski

25 Kasım 2012 Pazar



Yolun zorluğu, Senin Zorluğun

Öylesine zor bir yola çıktığını bile bile, taşları tek tek öylesine özenle dizersin ki yolun zorluğunu bildiğin için, ilk sarsıntıda, gelip geçen ilk fırtınada hemen zarar görüp de tuz buz olmasın diye. öyle özenerek koyarsın ki her bir taşı öncekinin yanına. yaparken o kadar zorlanmana rağmen, bir o kadar da zevk alırsın kendi ellerinde yavaşta olsa hissedilen ilerlemeyi gördükçe.
yol o kadar zordur ki, sen taşları koydukça yol senin altındakileri atıyordur, sen yeni bir taş almaya gittiğinde son koyduğunun yerinden kaydığını görürsün, kaydırıldığını görürsün mesela. o yolun sahibi olduğunu zannedenler bozmuştur yaptıklarını. ama o sahibi olduğunu sansın, sen yola çıktıktan sonra ne sahip kalmıştır ortada, ne başka bir bağlılık belirteci. umursamazsın onun yıkma çalışmalarını, hemen düzeltir devam edersin yoluna. son taşı alırsın karşına konuşursun. tek tek ikna ettiğin diğer taşlar gibi onu da ikna eder, ayrılmamasını sağlarsın yerinden. bir sonraki taşı koymak için tekrar koyulursun yola.
ama işte sen böyle canla başla çalışırken, yolun sonundaki ulaşmaya çalıştığın mükemmelin temsilcisi gelir senin umudunu kırarsa. gelir senin hepsini zar zor ikna ettiğin bir taşa dahi olsa “inancından vazgeç” derse. Gelir taşın birini alır ben buna inanmadım derse.
Alıp taşı kalbine atarsa. 
O taş kalbine değerse. 
İşte o zaman yorulursun. işte o zaman “pes” demeyi aklına getirsin. kalbinin güçsüzlüğü olur senin tüm gücün. kalbinin kırılmışlığı olur senden geriye kalan tek şey. kalbinin kırıntıları…
Hadi sen kırılan taşları, yerinden çıkan taşları yerine koyan adam. şimdi de kalbinin kırıntılarından bir kalp yap. şimdi de umuda giden yolculuğunda umudunun kırarken düşünmediği umudunu tekrar inşa et. yapabilir misin? 
bu sefer kalbine değen “güven”, “yalan” tabularıysa zor adam. işin çok zor. yola çıkarken yanına aldığın karta bakmayı unutma. 
“Hep denedin. Hep yenildin. olsun… Yine dene. Yine Yenil. Daha iyi yenil”
Samuel Beckett